Silsile-i Sâdât’ın on beşinci halkası olan Hâce Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin ismi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend el-Üveysî el-Buhârî’dir. 718 (M. 1318) senesinde Buhârâ yakınlarında, daha sonra Kasr-ı Arifân adını alacak olan Kasr-ı Hinduvan köyünde dünyaya geldi. Seyyiddir; neseb-i şerîfleri, İmam Caʻfer-i Sâdık Hazretleri vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır. Lâkabı “Belâ-gerdân”dır.
Tahsîli, İntisâb ve İrşâdı
Daha küçük bir çocukken Hâce Muhammed Baba Semâsî (k.s.) onu mânevî evlatlığa kabul etmiştir. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri bu yolun edeplerini zâhirde Hâce Seyyid Emîr Kilâl’den (k.s.) almıştır. Ancak Şâh-ı Nakşibend Hazretleri hakîkatte ve bâtında “Üveysî”dir; Onu Hâce Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerinin rûhâniyeti terbiye etmiştir.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri Hanefi mezhebindendir. Hâcegân (kuddise sirruhum) silsilesinde Hâce Mahmûd İncîrfağnevî Hazretlerinden Seyyid Emir Kilâl (k.s.) Hazretlerine kadar zikr-i hafî ile zikr-i alâniye (cehrî) cemʻ edilmiş, her ikisi de yapılmıştır. Onlara bu silsilede “Alâniyyûn” denilir.
Şâh-ı Nakşibend Hazretlei, Hâce Abdülhâlık’ın (k.s.) rûhaniyetine intisâb edip onun ruhsat ve emirleriyle zikr-i alâniyyeyi tamamen terk edip zikr-i hafi ile meşgul oldular.
Zikr-i hafî, mürîdlerin kalbinde büyük bir tesir bırakmıştır. Bu tesir nakşa, zikir de bu tesiri (nakşı) tesbite yarayan bağa (bend) benzetilmiştir. Mürîdlerin kalbine hiç çıkmayacak şekilde yerleştirdiği için kendisine “Nakşibend” denilmiştir.
Diğer bir rivâyete göre Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin babası nakkaş idi. Kendisi de küçükken babasından bu mesleği öğrendi. Daha sonra “Bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın.” diye ilham olununca nakş-ı zâhirîyi bırakıp nakş-ı hakîkiyle meşgul oldukları için “Nakşibend” denilmiştir. Mürîdlerinin kalbine Allâhü Teâlâ’nın muhabbetini nakş ettiği için bu lâkabın verildiği de söylenmiştir.
Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine mensûb olanlara Nakşibendî denmiştir. Cemʻi Nakşibendân’dır. Bu tarikata da Tarîkat-ı Nakşibendiyye denilmiştir.
Emir Kilâl Hazretleri bütün mürîdlerinin huzûrunda ona teveccüh edip şöyle buyurmuşlar:
“Evlâdım Bahâüddîn! Hâce Muhammed Baba Semâsî Hazretlerinin sizin hakkınızdaki emirlerini yerine getirdim. Bana buyurmuşlardı ki: ‘Seni nasıl terbiye ettim ise, sen de oğlum Bahâüddîn’i öyle terbiye et. Bu hususta asla kusur etme.’ Ben de aynı buyurduğu gibi yaptım.” Mübârek sadrını işaret edip demişler ki: “Senin için memelerimi kuruttum…”
Mübârek Sözlerinden
Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri Resûlüllâh Efendimiz’in (s.a.v.) “İnsanların senden görmelerini istemediğin bir şeyi yalnızken de yapma!” hadîs-i şerîflerini şöyle izah etmiştir: “Hak yolcusunun, boş ve yalnız olduğu yerleri dolu olarak görmesi lazımdır. İnsanların yanında nasıl hareket ediyorsa, yalnızken de öyle hareket etmelidir.”
“Bizim yolumuz ender bulunan yollardandır. Sağlam halkadır. Resûlüllâh Efendimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine sarılmaktan, Ashâb-ı Kirâm’ın takip ettiği yolu takip etmekten başka bir şey değildir.”
“Dostlarımızın ayıbına bakacak olursak, dostsuz kalırız. Zira hiç kimse beşerî sıfatlardan (ayıp ve kusurlardan) arınmış olamaz…”
Vefâtı ve Kabr-i Şerîfleri
Hazret-i Hâce Alâüddin Attâr (k.s.) buyurdular: “Hâce Hazretlerinin irtihâlinden hemen önce yanında Yâsîn-ı Şerîf okumaya başladım. Yarısına geldiğimde nûr zâhir olmaya başladı. Kelime-i tevhidle meşgul olduktan sonra son nefeslerini verdiler.”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri doğduğu köy olan Kasr-ı Hinduvan’da 3 Rebîulevvel 791 (M. 1389) pazartesi günü âhirete irtihâl ettiler ve buraya defnedildiler. Vefât ettiklerinde yetmiş üç yaşını tamamlayıp yetmiş dört yaşına girmişlerdi. Kabr-i Şerîfleri günümüzde Buhârâ’nın Bahâüddin köyündedir.