Silsile-i Sâdât’ın birinci halkası olan Hz. Ebû Bekir (r.a.), Ashâb-ı Kirâm’ın en faziletlisidir. Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) iki sene sonra doğdu. Babası Ebû Kuhâfe (r.a.), annesi Selmâ bint-i Sahr’dır (r. anhâ). Soyu hem ana hem de baba tarafından Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) dedelerinden Mürre’de birleşmektedir. Câhiliyye zamanında ismi “Abdü Rabbi’l-Ka’be” idi. Müslüman olduktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona “Abdullâh” ismini vermiştir.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) hiçbir delil aramadan Müslüman olduğu ve Miʻrâc mûcizesini tereddüd etmeden tasdik ettiği için “Sıddîk” lâkabını aldı.
Îmân Etmesi ve insanları îmâna Daveti
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanları İslâm’a davet ettiği zaman Hz. Ebû Bekir (r.a.), hiç tereddüd etmeden Müslüman olmuştur. Müslüman olduğunda otuz sekiz yaşında idi.
Hz. Ebû Bekir erkeklerden, Resûlüllâh Efendimiz’e (s.a.v.) ilk îmân edendir. Müslüman olduktan sonra insanları îmâna davet etmiş ve en başta Aşere-ı Mübeşşere’den Hz. Talha, Hz. Osmân, Hz. Zübeyr bin Avvâm (r. anhüm) olmak üzere birçok kişi onun davetiyle Müslüman olmuştur.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ve fakir Müslümanlara çok yardım etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Ebû Bekir’in malının bana verdiği faydayı başka hiç kimsenin malı vermemiştir.” buyurunca Hz. Ebû Bekir (r.a.) ağladı ve “Canım, malım sana fedâ olsun Yâ Resûlallâh!” dedi.
Îmân ettiği zaman kırk bin dirhemi vardı. Hicret ettikleri zaman yalnız beş bin dirhemi kalmıştı.
Müslüman oldukları için işkence gören yedi kişiyi satın alıp kölelikten âzâd etmiştir. Bilâl-i Habeşî ve Amir bin Füheyre (r.anhümâ) bunlardan ikisidir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Zikr-i Hafîyi Telkîn Etmesi
Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) beraber sevr mağarasında iken müşriklerin mağaranın kapısına kadar gelmeleri ve ayak seslerinin duyulması üzerine Hz. Ebû Bekir, kendi şahsı için değil Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için endişelenmiş ve üzülmüştü. Onun bu halini gören Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Üzülme” buyurarak teselli ediyor ve endişelenmemesini söylüyordu. Ancak Hz. Ebû Bekir, bu üzüntü ve endişeden nasıl kurtulacağını bilemedi. Hemen Resûlüllâh (s.a.v.): “Çünkü Allâhü Teâlâ muhakkak bizimle beraberdir.” buyurarak hüznü giderecek şeyi haber vermişti. Yani “Maiyetullâhı; Allâhü Teâlâ’nın bizimle beraber olduğunu düşün, murâkabe et. Zira maiyeti ilâhiyeyi düşünen, murâkabede bulunan kimseye hüzün isabet etmez; bu haller yok olur.” mânâsını murad ettiler. Hz. Ebû Bekir, mağarada iken bu maiyyetin sırrını Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) sordu. “Bunun sırrı, Allâhü Teâlâ’yı zikre devam etmektir.” buyurarak mübarek dizlerinin üzerine oturmuş ve gözlerini kapatmış bir halde Hz. Ebû Bekir’e Allâhü Teâlâ’nın zâtının ismini zikri; zikr-i hafî-i kalbîyi telkin buyurdular.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zikr-i hafîyi Ashâb’ı içinde hâssaten Hz. Ebû Bekir’e telkîn etmiş; sadrındaki bütün maârif-i ilâhiyyeyi de onun sadrına dökmüşlerdir. Zira Hz. Ebû Bekir, nübüvvet mertebesine en yakın olan “sıddîkıyyet” mertebesinde bulunuyordu.
Hz. Ebû Bekir zikr-i kalbîde, cemiyet-i külliyyeyi temin ile zât-ı aliyyeyi müşâhede etmek arzusundan nefesini tutardı. Allâhü Teâlâ’ya olan muhabbetin ateşi ile adeta ciğerinin yanmasından bir koku çıkardı. Komşuları bundan kebap kokusu alırlar ve onun, evinde kebap pişirdiğini zanneder, ondan kendilerine vermediğinden rahatsız olurlardı. Bir gün bunu Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) söylediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gelen o kokunun kebap kokusu olmayıp Hz. Ebû Bekir’in ciğerinin kokusu olduğunu bildirdiler.
Hz. Ebû Bekir’in ilk Olduğu Hususlar
- Erkekler içinde ilk önce Müslüman olması,
- Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ilk defa bir araya toplatması ve ilk defa “Mushaf” diye isimlendirmesi,
- İslâm’da ilk defa “Sıddîk, Atîk ve Halîfe” diye isimlendirilmesi,
- Beytülmâli ilk defa tesis etmesi,
- Malının tamamını ilk defa Resûlüllâh (s.a.v.) için harcaması,
- İlk hac emîri tayin olunması.
Resûlüllâh Efendimiz’den (s.a.v.) Sonra ikinci Olduğu Hususlar
- Resûlüllâh Efendimiz (s.a.v.), insanları îmâna davet ettiği zaman, erkeklerden ilk îmân eden Hz. Ebû Bekir olmuş ve îmânda Resûlüllâh Efendimiz’den (s.a.v.) sonra ikinci sırayı almıştır.
- Hz. Ebû Bekir, insanları îmâna davet etmiş, birçokları onun vâsıtasıyla îmân etmişler, İslâm’a davette de ikinci sırayı almıştır.
- Resûlüllâh Efendimiz (s.a.v.) irtihâlinden önce hastalandığı zaman imamlık makâmına onu vazifelendirmiş ve imamlıkta da ikinci olmuştur.
- Resûlüllâh Efendimiz’in (s.a.v.) yanında hücre-i saâdete defnolunma hususunda da ikincidir.
Vefâtı ve Kabr-i Şerifleri
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) irtihâlinden sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) çok üzülmüş, her geçen gün vücudu eriyip gitmişti.
Resûlüllâh’ın (s.a.v.) irtihâli onun da vefât sebebi olmuştu. 23 Cemâziyelâhir 13 (M. 634) senesi, salı gecesi, altmış üç yaşında âhirete irtihâl ettiler.
Halifeliği, iki yıl, üç ay, on gündür. Hz. Ömer (r.a.), Mescid-i Nebevî’de cenâze namazını kıldırdı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) geceleyin defnedildi. Kabrine oğlu Abdurrahmân, Ömer, Osmân ve Talha (r. anhüm) Hazretleri tarafından indirildi. Mübârek başı Peygamber Efendimiz’in omuzları hizâsına gelecek şekilde defnedildi.
Defin İçin İzin Alınması
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Hz. Ebû Bekir vefât etmeden önce beni yanına oturttu ve “Yâ Ali! Ben öldüğüm zaman Resûlüllâh’ı (s.a.v.) yıkadığın gibi beni de sen yıka, güzel kokular sürdükten sonra Resûlüllâh’ın (s.a.v.) bulunduğu Hücre-i Saâdet’e götürün ve izin isteyin. Kapının açıldığını görürseniz beni oraya defnedin. Yok, kapı açılmazsa beni -Allâh kulları arasında hüküm verinceye kadar- Müslümanların kabristanına defnedin.” dedi. Vefât edince, Hz. Ebû Bekir’i yıkadım, kefenledim. Resûlüllâh’ın (s.a.v.) kapısına izin için ilk ben geldim. “Yâ Resûlallah! Bu gelen, Ebû Bekir’dir, yanınıza defnolunmak için müsaade istiyor.” dedim. Kapı açılıverdi. O esnada “Habîbi (dostu, sevgiliyi), habîbine getirin. Zira habîb, habîbini özlemiştir.” diye bir ses işittim.”